Geceleri göz yüzüne baktığımızda kayıp giden yıldızları görürsünüz. Ne kadar uzağa bakabilirseniz o kadar çok yıldız görürsünüz. Gökyüzü adeta bir zaman makinesi gibidir. Evrende ne kadar çok uzağı görebilirseniz o kadar çok geçmişe ulaşabilirsiniz. Geceleyin gördüğümüz yıldızlar evrenin sadece küçük bir parçasıdır. Evren devasa bir şeydir ve sırlarla doludur.
Evren büyük oranda karanlık maddeden oluşmaktadır. Var olduğunu biliyoruz ama tam olarak orada neler olduğunu bilemiyoruz. Bizim gökyüzüne bakarak gördüklerimiz sadece bir yanılsamadan ibaret.
Teknoloji ve mühendislik alanındaki ilerlemeler sayesinde, uzayı bize yakın eden teleskoplar ve diğer sensörler puslu karanlığın arkasında gizemini koruyan evren hakkında bizlere daha net bilgiler vermektedir.
1960 yıllarında uzaya gönderilen uydular sayesinde yörüngede durabiliyoruz ve daha net görüntüler elde edebiliyoruz. Uydulardan önce teleskoplarla bir ışık görebiliyorduk. Uydular sayesinde gördüğümüz ışınların ötesinde ultraviyole, kızılötesi, x ışını ve hatta gama ışınlarını dahi görmeye başladık.
Evren sürekli genişleyerek daha komplike bir hal almakta ve gizemini de beraberinde artırmaktadır.
20. yüzyılın sonlarına doğru Amerika Birleşik Devletleri daha büyük ve daha karmaşık olan uzay teleskopları kullanmaya başladı. Bu uzay tabanlı teleskoplar, çok önemli araştırmalara ön ayak oldu.
İnsanlar binlerce yıl boyunca evreni, durağan ve hareket etmeyen bir yer olarak düşündü. Evren hakkındaki araştırmalarımız bir kaç günden ibaret ise fazla bir şeyin değişmediği söylenebilir. Ancak evren sürekli değişiyor ve genişliyor. Evrenin bu dinamik yapısı binlerce yıl sonra keşfedildi.
Evrenin bilinmeyen yerlerinde devasa büyüklükte olan nova yıldızları patlar. Bilim insanlarının vazifesi ise bu devasa patlamaları bulabilecek teknolojiler üretmek.
Evrende ne kadar yıldız olduğunu ve bunların ne kadar uzakta olduğunu ışıklar sayesinde biliyoruz. Işığın bize ulaşması 13 milyar yıldan fazla sürdüğü için evrenin 13 milyar yıl önce nasıl göründüğünü daha yeni anlayabiliyoruz.
Evrenin 13 milyar yıl önce neye benzediğini bilmek için kullanabileceğimiz herhangi bir fosil bulmak mümkün değil. Gözlemlediğimiz ışıklar birer fosil olarak düşünülebilir. Bu ışıklar sayesinde galaksilerin yerini bulabiliyor ve hatta büyüklüklerini dahi tespit edebiliyoruz.
Evren, çok büyük bir patlama sonucu meydana geldi. Bu büyük patlamadan 370 bin yıl sonra var olan tek şey mum alevine benzer sıcak bir plazmaydı. Evren genişliyordu ve yaşanılacak bir yer değildi. Big Bang denilen büyük patlamanın etkisiyle evren oluştu ve oluşan kütleler büyük bir hızla etrafa yayıldı. Etrafa yayılan bu kütleler daha sonra tekrar bir araya gelerek galaksiler ve gezegenler oluştu. Ancak bazı gezegenler sadece havadan ibaret. Yani kara kütlelerinin olmadıklarını biliyoruz. Buna verilecek en iyi örnek jüpiter gezegenidir. Devasa bir gaz bulutu.
Gezegenler, sürekli kendi ekseni etrafında dönerler ve yüksek bir hızla evrenin boşluğunda durmadan giderler.
Evrende gizemi tam olarak çözülememiş kara delikler bulunur. Bu kara deliklerin çekim güçleri çok yüksektir. Hatta çekim kuvvetleri o kadar yüksektir ki ışığı dahi sönümleyebilirler. Kara deliklerin ikinci boyutun bir kapısı olarak düşünenler de vardır.
Evren boşluğunda süratle akıp giden bu gezegenler, galaksiler acaba bir gün durur mu. Hayır, evren sürekli genişliyor ve gezegenlerin boşlukta almış oldukları hızda devamlı artıyor. Bu devasa boşluğun bir sonu var mı yok mu sorusu ise bir muamma.
Yorum Gönder
Yorum yaparken diğer kullanıcıları kırmamaya ve hakaret etmemeye özen gösterin